Pages

DİYALOG

18.04.2012
-Ö: Her cümle ucu açık cümledir. İnsan ilişkilerinde nokta anlamsız bir işarettir. Ya da kendine ihanet eden bir işaret. Nokta, arada kendini bir şey zanneden, ama virgülden öte bir şey olamayan bir varlıktır. Nokta koysan da koymasan da evrilir bir şeyler. Nokta koysan da koymasan da devrilir bir yerlere...

-Ben: Evet haklısın aslında. Nokta koysan da koymasan da birşeyler devrilir ve evrilir gerçekten de. Ama nasıl demeli; o nokta konmazsa eğer cümleler bir şekilde o uzantıda devam etmez mi? Hani noktalı virgül misali; aynı olmasa da yakın, yandaş, sırdaş, üzerinde hala ilk söylenenin gölgesi kalmış, sanki biraz eksik biraz yarım bir cümle gibi olmaz mı devamında kurulanlar? Olduğu gibi, olduğu haliyle bırakmak yinelemek olmaz mı zaten doğru dürüst kopamadığımız eskiyi? Böyle bir durumda yine bir cümle için değil de yeni bir cümle için nokta gerekmez mi? İnsan en azından buna inanmak istemez mi?

-Ö: Cümlelerin ucu açıksa gerçekle niyet birbirine karışıyor evet. Ama eğer bu, gerçekle niyeti beslemek ve niyeti gerçek yapmak içinse söyleyecek bir şey yok. Öte yandan, şunu da söylemeliyim ki insanlar her şeyi anlarlar emin ol...Anlarlar ama duymak isterler, anlarlar ama görmek isterler, anlarlar ama ucunu açık bırakma isterler...Herkes her şeyi anlar ama bazen anlamak istemez, bazen anlamamazlıktan gelir, bazen kelimelerle kendini sınırlamak ve bir sorumluluk altına girmek istemez, bazen başkasından bir adım bekler...

-Ben: Konmamış bir nokta umuttur ya aynı zamanda. Belki de insan anladığı halde, bildiği halde, zaman zaman başka yerlere çektiği halde, sırf o umudun hatrına, sırf o umut her şeye rağmen yaşasın diye kendi koyamaz da o noktayı, gelsin o koysun diye bekler. Sadece o koysun ister.



*Hayatımda olduğun, bana kattıkların ve en önemlisi varlığın için yine, yeni, yeniden teşekkürler sevgili Ö.


**Görsel: Flickr.com

RÜZGAR

12.04.2012
Rüzgarım. Asi, başına buyruk, ama buna rağmen gittiği yeri bilen. Usulum bu aralar. Sakinliğim baharın habercisi. Hafifçe, belli belirsiz süzülüveriyorum aralık bırakılan pencere kenarlarından, sokak aralarından, çocuk seslerinin yankılandığı evlerden, pürtelaş yaşanıp da giden hayatın içinden. Yavaşca değiyorum gözlere, yüzlere, kilit altı saklanan yüreklere. Değiyorum ve gelip geçtiğim yerlerden, değip geçtiğim yüreklerden topladığım masalları fısıldıyorum her birine. Vazgeçilmiş düşlerden, söylenmemiş sözlerden, kendilerinden bile sakladıkları hayallerinden bir şarkı tutturup söylüyorum.

Rüzgarım ben. Asi, başına buyruk, ne istediğini bilen. Geçmişten esip geliyorum önce; takılıp kalınmasın sakın, o dökülen yapraklar hep eski günlerden. Geleceğin belli belirsiz tasvirini çiziyorum düşüncelere; ne de olsa bahar her daim yenilenme mevsimi. Ama en çok şimdi’de konaklıyorum, şimdi’de biriktiriyorum bütün iyi niyetleri, dilekleri. Sen de farkındasın aslında; içindeki hayat sadece şimdi’de gizli. Dedim ya rüzgarım ben. Sen bana yüreğini aç yeter. Üşütmeyen ama şöyle bir silkeleyip kendine getiren varlığımla hatırlatırım sana her daim kendimi, kendini...



*İlk yayın tarihi: 24/02/11’

GELEN'E...

5.04.2012
Hiç aklımda olmayan bir zamandı, diyor. Düşünmediğim, beklemediğim, yüreğimde hissetmediğim bir zaman. Unutulanların, geçici bir hafıza kaybı yaşanmışcasına birdenbire hatırlatıldığı bir zaman. Zaten hep böyle anlarda gelmez mi diye, senin düşünmene fırsat bile vermeden karşına çıkıveren bir zaman. Göz önünde olana dair, göz önünde yokmuşcasına heyecanlandıran bir zaman. Bilinenlere rağmen, bilinmeyenin yoklandığı, istendiği, merak edildiği bir zaman. Sen öylesine umarsızca salınıp giderken hayatın içinden, burada ben de varım dercesine seni silkeleyip kendine getiren ve sarıp sarmalayan bir zaman...

İşte böyle bir zamanda geldi, diye ekliyor sonra. Sadece o’nunla gelmedi de üstelik. Bana sadece o’nu getirerek, varlığını birdenbire hayatıma ekleyerek gelmedi. Beni kendime ekleyerek geldi önce, varlığımı ilk önce bana hatırlatarak geldi. İçimdeki pek çok yastık altı hayallerini günyüzüne çıkararak geldi. Anahtarları belki de bilerek kaybedilmiş kilitli kapıları açarak, bekleme odalarından beni çıkararak geldi. Baharın habercisi gibi geldi, kıştan beni silkeleyip çıkarırcasına...Şairin dizelerindeki gibi; öyle bir zamanda geldi ki vazgeçmek mümkün olmadı. Vazgeçilmedi...




*Görsel: Flickr.com

NİSAN

2.04.2012
Nisan ayında iyimserlik, tıpkı yeryüzünün çekirdeğine yakın yaşayan ve dünya yıkılsa ölmeyecek olan kalın kabuklu böcekler gibi toprağın yedi kat dibinden çıkar ve göğün yedi kat üstüne tırmanır...Tam her şey bitti derken yeniden yaşama dönen bir hasta gibi...hayat yeniden bir şeylere kanar...ölümsüzlük hevesine kapılır...bir kabustan uyanır...gözleri bir daha hiç kapanmayacak sanır...aldanır.


ŞAHBAZ’IN HARİKULADE YILI 1979
MİNE SÖĞÜT



Görsel: Flickr.com