Pages

İYİ Kİ DOĞDUN!

29.06.2011


canımın içi;

düş gibi yaşayıp yaşatacağın
zamanların olsun
daha nice nice senelerin

mavilikler gözlerinden
kahkahalar gamzelerinden
güzel olan her şey yüreğinden
eksilmesin!

iyi ki doğdun
iyi ki varsın kardeşim...

YANIL/MAK

24.06.2011
kaçırdığım bakışlarımdan yakala beni
tamamlanmamış sözlerimden anlat
yarıda kalmış adımlarımdan çık yola
varamadığım zamanlardan yaşamaya başla

kapanmamış yaralarımdan anla beni
ağlayamadığım yaşlarımı akıt
korkularımdan dem vur
acıyan yanlarımdan sarıl

eksik yanlarımdan sev ki beni
daha az üzül, daha az yanıl!


Görsel: Flickr.com

YALNIZLIĞA DAİR

22.06.2011
Bir yara gibi...

Hani içinde bir yerde, senin bile farkında ol/a/madığın, gözle görülmeyen bir yanında mesela, artık senin ayrılmaz bir parçanmış; elin, gözün, kulağınmış gibi taşıdığın, her canın sıkıldığında, acıdığında veya acıttığında başkalarını istemeden, bir günün bir diğerine uymadığında mesela, kendini bilmediğin huysuz ve umarsız zamanlarında, içindeki boşluklar üşüdüğünde, şimdiye kadar kaç kişiyi üşüttüğünü düşündüğünde, başkalarına az kendine fazla geldiğinde, ya da tam tersini hissettiğinde, yakalayamadığında akıp giden zamanı, tutamadığında her istediğinde istediğin yerinden hayatı, kendini hep geç kalmış hissettiğinde, ama yetişmek için artık çabalamadığını farkettiğinde, sürekli anlaşılmadığından şikayet ettiğinde, ama sen anlatabildin mi bilmediğinde, gün bitişlerinde, mevsim geçişlerinde, her sene sana bir yaş daha eklendiğinde, bir sevgiliden ayrıldığında, bir başkasına sil baştan aşık olduğunda, bir dosta kırıldığında, ailene gücendiğinde, kimi zaman hiç sebebsiz, kimi zamansa sebebini bile bilmediğinde, el yordamıyla çabucak bulup da yerini, bir anda gün yüzüne çıkardığın, tatlı-sert kaşıyarak, canını acıtarak hatta tekrar tekrar kanattığın, ve o kan dinip o sızı geçene kadar, hani tekrar kabuk bağlayıp da içindeki o vazgeçilmez ama bir o kadar da farkedilmez yerini alana, sen kendi içinden çıkıp da tekrar yaşamla bağını kurana kadar, hem kendi hayatına hem de başka hayatlara kan kırmızı bir izle bulaştırdığın bir yara gibi yalnızlığın...

Bilirsin işte...
Boş verilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi...
Ama boş değil!



*İlk yayın tarihleri: 07/10/08’ ve 13/10/09’
**Görsel:
Özge Baki

2

20.06.2011



SABRIN TAŞINCA

DAHA FAZLASINI

KAYBEDEBİLİRSİN!





*Görsel: Afiş buradan alınmıştır.

GICIK OLMAK!

17.06.2011
*Çantamda taşıdıkça kitapların kenarlarının kıvrılmasına,

*Konuşurken veya dinlerken insanların gözlerine bakılmamasına,

*Her sabah erkek kardeşimin saç kurutma makinası sesiyle uyanmaya,

*Özellikle toplu taşıma araçlarında kulaklıklarıyla etraflarına radyo istasyonu gibi yayın yapanlara,

*Bir şey sorulduğunda cevap verilmemesine,

*Eşyalarımın habersizce alınmasına ve alındığı yere konulmamasına,

*Özellikle Behzat Ç. Günlerinde kumandanın annemin elinde olmasına,

*Kiminle ve hangi konuda olursa olsun selamsız sabahsız bir şekilde konuşmaya başlanmasına,

*Aksırırken, tıksırırken ağızlarını, yüzlerini, gözlerini kapatmayanlara,

*Sadece blog yazıların üzerinden kişilik tahlili yapıp seni senden iyi tanıdığını zannedenlere,

*Verildiği halde tutulmayan, en azından nedenine dair bir açıklama yapılmayan sözlere,

*Sürekli şikayet halinde olan ama şikayet ettikleri durumları değiştirmek adına hiç çaba göstermeyenlere,

...

Ve evet aslında daha pek çok şeye gıcık oluyorum sevgili ayl-in ama fazla uzatmamak adına aklıma ilk gelenleri yazdım. Sevgili Azura, losstime ve karakutu söyleyin bakalım siz nelere gıcık oluyorsunuz?


*Görsel: Flickr.com

KESİK

15.06.2011
sımsıkı kapadığı avucunu açtı yavaşça
incecik bir çizik ve üzerinde kan; kırmızı...
kağıt kesiği, dedi soran bakışlarıma
zamanla geçer.

sımsıkı kapadığı içini açtı yavaşca
incecik bir çizik ve üzerinde an; kırmızı...
zaman kesiği, dedi soran bakışlarıma
yaşadıkça geçer.

sımsıkı kapadığı aklını açtı yavaşça
incecik bir çizik ve üzerinde dil; kırmızı
söz kesiği, dedi soran bakışlarıma
anladıkça geçer.

sımsıkı kapadığı yüreğini açamadı bir türlü
göremedim içindekileri
aşk kesiği, dedi soran bakışlarıma
zaman, yaşam, anlam eksik kaldı hep
geçmek bilmedi.



*İlk yayın tarihi: 07/09/09’
**Görsel:
Deviantart

KİMLİK

14.06.2011
Kimim ben? İşte yeryüzünün en tehlikeli sorularından biri. İnsan kim olduğunu düşünmeye başladığı anda başkalaşır. Herkesten bambaşka olur. Kendi gibi olanlarla olmayanlar arasında savaşlar çıkartır. Ve ait olmadığı ya da olduğu kimliklerden silahlar yapar. Dağları uçurur, ormanları yakar. Dünya bir gün aniden dönmeyi durdurursa, müsebbibi bu soru olacaktır. Ya da bu soruya verilen bir cevap. Münasebetsiz bir cevap.


MADAM ARTHUR BEY VE HAKKINDAKİ HER ŞEY
MİNE SÖĞÜT



GÜN/I

10.06.2011
An geliyor, şöyle bir dönüp de baktığında kendi içine, hiçbir şey olmadığını farkediyorsun, koca, ağır bir boşlukta buluyorsun aklını, yüreğini, ne var ne yoksa her şeyini. Sonra o boşluk içinden çıkıp bütün etrafını sarıyor ve hep varmışcasına orada öylece asılı kalıyor. An geliyor sen çoğu zaman kıyılarında dolaştığın hayata tamamen sırtını dönerek belki de, bırakarak kendini o boşluğun en dibine, kendi kendine bir hiç olup çıkıyorsun.

Derken telefonun ucundaki bir ses “kardelen” diyor odanın adı, ve “bunu sadece sen anlarsın” diye ekliyor sonuna. Bir başkası şehrini paylaşmayı teklif ediyor, sen kendi şehrinden daha hiç bahsetmemişken. Bir mektubun satır aralarında buluyorsun kendini, bir konuşmanın öznesi olduğunu farkediyorsun birden bire, yanından geçip giden bir dedenin gözlerindeki tebessüm, küçük sevimli bir kız çocuğunun yarım yamalak konuşması, genç ve bir o kadar acemi bir çiftin aşk telaşı oluyorsun bir anda...Sen ne kadar yumsan da gözlerini, hayat elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor işte etrafında, ince ince değdiriyor sana her biri tanıdık bir o kadar senden olan öykülerini, hissediyorsun.

An geliyor, kendi kendine ihanet etmişcesine pişman ediyor zaman seni, silkeliyor sıkı sıkı, kırıyor, döküyor, vuruyor ama öldürmüyor. Sonra o pişmanlık içersinde yeniden bakışlarını kendi içine döndürüp de alıyorsun aklını, yüreğini ne var ne yoksa her şeyini bıraktığın yerden, sımsıkı sarılıyorsun. An geliyor, görünmez bir bağla bağlanıveriyorsun tekrar hayata tam da sırtını döndüğün yerden...



Görsel: Özge Baki

SÖZ

8.06.2011
O zaman sadece bir kez söylenen bir sözün onu oluşturan seslerden daha kalıcı olduğu sonucuna varabiliriz, söz kalır, görünmez ve duyulmaz bir halde, kendi gizini koruyabilmek için, toprağın altında gözlerden uzakta filizlenen ve sonra birden toprağı yana itip ışığa çıkan bir tür gizli tohumdur, kıvrık bir saptır, yavaşça açılan buruşturulmuş bir yapraktır.

YİTİK ADANIN ÖYKÜSÜ
JOSE SARAMAGO


Görsel: Flickr.com

FOTOĞRAF

6.06.2011
Bir fotoğrafa kaç şey sığdırılabilir? Kaç mekan, kaç zaman, kaç imkan? Kaç yürek vardır bir fotoğrafta, kaç akıl, kaç insan? Kaç söz taşır içinde sana söylensin diye beklediğin, kaç gülüş taşır üzerine alındığın, kaç bakış vardır yakalamak için bir ömür harcadığın?

Bir fotoğraf nerede kalır en çok, hangi anda yaşar? Arada sırada kaçamak yaptığın geçmişin arka sokaklarını mı taşır üzerinde yoksa şimdinin tereddütlü zamanlarında mı yürür ağır aksak adımlarla? Ya da geleceğin niyetleri mi saklıdır içinde daha çok, önünü göremediğin puslu ve dolambaçlı yollarda?

Bir fotoğraf diyorum neyin olabilir senin, ne kadarın olabilir? Adım adım takip ettiğin, edildiğin gölgen mi, varken yok sayılan, unutmuş gibi yaptığın tövben mi? Gündüzünde geceymişcesine sakladığın düşün, geceleri gün yüzüne çıkıp da içini acıtan gerçeğin mi?

Bir fotoğraf var bende, ellerimde, hemen gözümün önünde, aklımda, yüreğimde. Bir fotoğraf var ki ben de, zamansız ve mekansız, benim her şeyim...



*Sevgili Ozan Kayra’dan gelen eski bir mimdi bu; anılar ve anıların yüklendiği eşyalarla ilgili. Benimse aklıma tek gelen ve yazmak istediğim sadece fotoğraflar oldu; en kalabalık olan belki de anıların en çok yüklendiği. Eğer yazmak isterlerse bu mim de benden sevgili nani’ye, ayl-in’e ve Galadriel Ar FeinieL’e gitsin.


**Görsel: Deviantart

BEŞ SATIRLA

3.06.2011


Annelerin ninnilerinden,
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, müthiş bir bahtiyarlık
anlamak gideni ve gelmekte olanı.


NAZIM HİKMET RAN

KAPININ ARDINDAKİLER

1.06.2011
“Bu aralar daha sık toplanmaya başladılar” diyor yarı duyulur bir sesle yanındakine. Tam kapının ağzında duruyorlar, eşiğin neredeyse üzerinde, girmekle çıkmak arasında bir yerde. Üzerlerinde belli belirsiz bir kararsızlık ve ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı...

“Bu sefer 40 kişi saydım ben” diyor diğeri kapının önündeki ayakkabıları göstererek. Ama onu yalancı çıkarmak istercesine içerden çok daha kalabalık ve keyifli konuşmalar, sesler geliyor.

“Buraya kadar geldik madem, biz de içeri girelim” diyor ilk konuşan. “Herkesin gelebileceği söylenmedi mi, o halde biz de katılalım ve görelim.”

“İyi ama” diyor diğeri, “uzun zamandır toplanıyorlar, oysa biz daha çok yeniyiz, bizi aralarına alacaklar mı dersin? Ya yalnız kalırsak, ya dışlanırsak, ya içerde hoşlanmadığımız kişiler varsa, ya bir sorun çıkarsa? Hem ne çok yazılıp çizildi biliyorsun kavgaların ve anlaşmazlıkların yaşandığı, ya biz de onlardan birisine karışırsak?”

“Evet ama tüm yazılanlara rağmen hala belli zamanlarda bu kapının ardında toplanıyorlarsa, hala görüşüyorlarsa bir sorun yok demek ki. Hem belki de tüm bu yaşananlar sadece yanlış anlaşılmalardan, bazı olayların gerektiğinden fazla büyütülmesinden ibaret. Ya da sadece birkaç kişinin arasında yaşanan ve belki de çoktan çözülmüş olan şeyler. Birkaç kişinin kendi arasında yaşadığı bir durumu bütün bir topluluğa mal etmek ne kadar doğru ki? Üstelik aile deniyor buraya, görmüyor musun sadece kendileri katılmıyor, eşlerini, dostlarını hatta çocuklarını da hiç tereddütsüz getiriyorlar.”

Bana bu kapının önünde kaldığım, girip girmemek arasında tedirginlik yaşadığım ilk günlerimdeki halimi hatırlatıyorlar. Aslında böylesine kararsız olmakta ve ve tereddüt etmekte o kadar haklılar ki. Ama anlatmakla olmaz işte. En azından bir kere o kapıdan girip o kapının ardındakilere bakmaları, o havayı solumaları, o yüzlerle karşı karşıya gelmeleri gerekiyor. Yazılanlarla, anlatılanlarla, duyduklarıyla değil sadece kendi gözleriyle görmeleri. Aynı benim bir kere o kapıdan girme cesaretini gösterdikten sonra sık sık yaptığım gibi. Sonrasındaysa o kapıdan tekrar girip girmemek sadece kendi tercihleri...

Bu kapı bu sefer Büyükada’da Yörük Ali tesislerine açıldı. Kapının ardında vapur havası, ada sefası, faytonlar, martılar, deniz, yağmur, aşk, neşe, sohbet, eğlence, oyun, eski dostluklar, yeni arkadaşlıklar, tatlı atışmalar, yanlış anlaşılmalar, belki biraz hayal kırıklığı ve gerginlik ama çokça mutluluk ve keyif vardı. Bu kapının ardında eli kalem tutan ama bu sefer kağıt kalem yerine bizzat kendilerini ve sözlerini yanlarında getiren 40 yürek vardı. Bu kapının ardında 40 insan vardı, sevgisiyle seygısıyla birbirini tanımaya çalışan...

Geldiğimi görünce susuyorlar. Kısa bir selamlaşma ve tanışmanın ardından içeri davet ediyorum onları. Henüz karar vermediklerini söylüyorlar. İçeri girmeden önce “eğer girmek isterseniz kapıyı çalmanıza gerek yok” diyorum. “Çünkü bu kapı herkese açık ve bu nedenle anahtar paspasın altında. Ama sadece şunu bilmenizi isterim. Kapıdan girmeden önce tek bir isteğim var sizden. Gerginlikleri, hayal kırıklıklarını, yanlış anlaşılmaları, hataları, yalnızlıkları, kişisel hesaplaşmaları, günlük yorgunlukları, yanınızda farkına bile varmadan taşıdığınız ve belki de iyi niyetinizi engelleyip sizi olduğunuzdan farklı gösteren tüm kötü niyetli düşünceleri, sözleri bir kenara bırakın. Lütfen sadece ayakkabılarınızı değil önyargılarınızı da çıkarıp bırakın kapının dışında. Yanınızda birazcık sevgi ve saygı olsun yeter ve sadece kendiniz olarak girin içeri...”




*Artık her sene geleneksel hale gelen, bu sene de 18-19 Haziran tarihlerinde yapılacak olan Milliyet Blog Büyükada Toplantıları’na dair...
**Görsel: Flickr.com