Pages

ŞEMS, UNUTMA!

30.04.2011

Her hikâyede geçer zaman.
Her zamandan geçer hikâye.
Kalan yok geriye.

Bir kırık ezgi olurum,
yollarında savrulurum,
dua olur, kulağına sarılırım,
renk olur, gözlerinde oynaşırım,
gün gelir, giderim buralardan.

Adını, hikâyeni anlatırım
seni başka bilenlere.
Kalbimdeki yerini anlatırım
Gelenlere, gidenlere.
Bir şarkı olurum
esirgeyen ve bağışlayan
başka başka dillerde.

Aşk yolunda kervan,
dağ yolunda taşı kırık çeşme,
söğüt altında, uykuda bir ses
bir heves olurum yad ellere gidenlere.

Gün gelir, sen olurum, ben olurum, biz olurum.
Yabancı olurum, âşık olurum, maşuk olurum.
Gün gelir, karanlığa ağıp ışık olurum.

Ateşe pervane, âbına peymane, emrine amade olurum.
Unutmayasın diye sakin bir hikâye olurum.
Güneşinden ve senden uzak,
âlemler içre kayıp bir seyyare olurum.
Seni en seven ben olurum!

İhtiyar olurum, çocuk olurum,
kadın olurum, erkek olurum,
insan olurum, felek olurum,
tozlu yolda yön söyleyen direk olurum.

Kerrâ Hatun olurum, sonra Alaaddin ile Veled,
bir garip yabancı sonra,
Kimya’nın acılı ruhu olurum.
Parçalara ayrılıp bütün olurum.

Dil ile hikâye olurum,
Ebedi bir aşka girizgâh olurum,
Bir cinayete sonsöz, bir aşka önsöz olurum.

Size bir masal bırakırım,
şu zalim dünyaya bir mesel.
Adını “Şeeeeems!..Unutma!..” korum.
Gün gelir, ben de kendi hikayemde yok olurum.

Unutma diye, sırf unutma diye...


ÖZEN YULA
İTİRAZ OYUNLARI/ŞEMS, UNUTMA!




*Ayrıntılı bilgiyi buradan alabilirsiniz.

BİR DİLEK TUT!

29.04.2011


ben dileğimi tuttum
iyiye, güzele, umuda dair...
peki ya senin dileğin nedir?



Görsel:
Deviantart


-Konuk kabul eder misin?
-Başım üstüne...

Hadi, çekinme gir. Yavaşça araladığın ve önce başını uzattığın kapıdan, yüreğini ve aklını da geçir. Haklısın; neyle karşılaşacağını, nasıl davranacağını, ne hissedeceğini bilmeden biraz ürkek, biraz tedirgin atıyorsun adımlarını. Ama bu çekingenlik uzun sürmeyecek güven bana. Çok değil sadece birkaç dakika sonra köyden biri gibi hissedeceksin sen de kendini. O köyde yaşayan, o köyle yaşayan, o köyün bir insanı gibi...Adı her geçtiğinde uzak sandığımız ama bir o kadar da yakınımızda olan bir köy. Görüyorsun bak; her yer bembeyaz. Sadece karın değil, fakirliğin de diz boyu olduğu, ağır yaşam koşullarının insanları gerçekten zorladığı bir yer burası.

-Neyi meşhur sizin köyün?
-İnsanı.
-İnsanı mı?
-Çok ciğerli insanı var.

Orada gördüğün Mişka, değirmenci Mişka. 93 harbinden sonra Rusya’dan göç eden Malakan kavminden şu anda köyde kalan tek kişi. Yeke kişi de, derler ona. Yalnız yaşar ve bir günahın bedelini ödermiş gibi sürekli koyu, ağır bir sessizlik taşır omuzlarında. Köy halkı sever sevmesine de Popuç’un öfkesinden korktuğu için uzakta dururlar biraz. Bir fısıltı gibi, gizli saklıdır hep konuşmaları, yardımlaşmaları. Çocuklar bile öyle öğretilmiş gibi korkarlar ondan, çekinirler kendisini neredeyse hiç tanımadan. Mişka’nın ise kabullenilmiş gözüken sakin ve sessiz hayatında hiç gelmeyecek bir telefon sesidir beklentisi sadece. Bir de belki yarım bırakmak zorunda kaldığı bir hikayenin dile gelip de sona ermesi, erdirilmesi yürekte...

Evet, tahmin ettiğin gibi sürekli bağırıp çağıran, sinirli, asık suratlı bu yaşlı kadının adı Popuç; köy halkının ileri gelenlerinden hatta neredeyse bütün köy halkının çekindiği tek kişi. Mişka’nın yalnız ve hüzünlü sessizliğine inat Popuç’un kalabalık ve bir o kadar öfkeli hali dikkatini çekti değil mi? Özellikle Mişka’ya gösterilen fazla büyük, fazla sesli, fazla yıkıcı bir öfke bu. Ve bunlara karşılık Mişka’nın daha da büyüyen ve içinde kim bilir neler saklayan sessizliği. Keşke bir dile gelse bu öfke, gerçek sözcüklerini sakınıp saklamadan bir bir dökebilse. Bu sessizlik en uygun kelimelerin karşılığında içindeki tüm yangını anlatabilse. Ama hikayenin bu kısmı şimdilik bir sır ve belki de bu sırrı, eğer paylaşacaklarsa sadece onu çözeceklerden dinlemeli.

Alma’yı da gördün değil mi? Elma yanaklı, piyano hayranı, Popuç’un torunu, Şemistan’la Figan’ın kızı, yeteneğiyle bir süre sonra köyün gururu olacak Alma. Bana sorarsan o masum, karşılıksız sevgisiyle bir yandan da umudun diğer adı. Yaramaz ama bir o kadar da sevecen Tavşan var sonra, Alma’nın can arkadaşı. İçinde kötülük barındırmayan, köyün aşıklarıyla yapılan dudak değmezli kış gecelerinin kahramanı Şemistan var, ve karısı Figan. Öğretmen Metin var; Alma’nın elinden tutup geleceğine yön veren, bir umudu gerçekleştiren. Hepsi bu kadar değil elbet, ekin eken, koyun güden, çetin kış koşullarında yaşama savaşı veren daha pek çok köy insanı da var. Ha bir de Mişka’nın ailesinden kalan ve borcunu ödemek için elinden çıkarmak zorunda kaldığı, neredeyse köydeki bütün haneleri dolaşan, süprizlerle dolu bir piyano...

-Mişka kim?
-Dedem
-Ama Mişka Rus adı. Öz deden değil herhalde?
-Yürekten dedem...

İşte böyle arkadaşım; burası Kars’ın küçük bir köyü. İnsanların dil, din, ırk olarak değil sadece yürekten birbirine bağlı olduğu bir köy. Demiştim sana değil mi bu; sevgisini de öfkesini de yürekten yaşayan insanların, küçücük bir dünyada kocaman yüreklerin hikayesi diye. Bu yüzden işte sen de onlarla bir yaşayacaksın mutluluğu da, hüznü de, acıyı da, öfkeyi de. Sen de Alma’nın çaldığı piyanonun tuşlarındaki melodi olacaksın mesela, onunla birlikte girip sınava, aynı şarkıyı mırıldanacaksın. Tavşan’a yardımcı olacak, gizli gizli elmaları paylaşacaksın. Şemistan iğneyi dudağına her batırdığında canın yanacak senin de, Figan’ın kararsız ve şaşkın bakışlarında yer alıp, Alma sınava girebilsin diye Popuç’u ikna etmeye çalışan Öğretmen Metin’in yanında duracaksın. Mişka ile üzülecek, Popuç’la kızacaksın ve birbirine karışmış, içiçe geçmiş tüm yaşamlarda hem nefretin, hem de sevginin izlerini bulacaksın kelime kelime. Film bittiğinde ise yüzüne yapışıp kalmış buruk bir tebessümle benim gibi aynı şeyi düşünüp, aynı soruyu soracaksın kendi kendine;

Nefret, sevginin şekil değiştirmiş hali mi? Eksik kalmanın, yarım bırakılmanın, yürekten sevmenin karşılığını bulamamanın, hayalkırıklığının, cesaretsizliğe, inançsızlığa, saygısızlığa yarı yolda bırakılmaya duyulan öfkenin boyut değiştirmiş hali mi? Kendini kendince hislerinin, düşüncelerinin doğrultusunda haklı görmenin hali? Bir insan çok sevdiği için mi çok nefret eder? Bu yüzden mi Popuç, vakti zamanında yüreğine gömdüğü Mişka'yı bu kez gerçekten toprağa gömerken 'Kafir' diye bağırır ağlayarak? “Kafir, keşke daha önce öleydin. Daha önce öleydin de hiç görmemiş olaydım seni. Yüreğim seni hiç sevmemiş olaydı...”



*Bu yazı “Deli Deli Olma” filminin ardından yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler filmden alıntıdır.

TAŞ GÜNCELER

27.04.2011



“Bir yaşamın öyküsü nedir? Gerçeklerin bir tutanağı mı, yoksa beceriyle işlenmiş izlenimler mi? Yoksa korktuğu şeyleri biraraya getirmek mi? Yoksa gelişigüzel bir biçimde anlatılan, minik, oraya buraya dağılmış bilgilerin bir toplamı mı?”

Carol Shields’in Taş Günceler/The Stone Diaries adlı kitabından bir alıntı bu paragraf. Tesadüf eseri elime geçen bu kitap sayesinde Carol Shields’le geç de olsa tanışma fırsatı buldum. 1994’te yayınladığı bu kitapla yazar aldığı 2 ayrı ödül dışında, 1995’te Amerika’nın en büyük edebiyat ödülü sayılan Pulitzer’e de layık görülmüş.

Türkçe’de yayınlanan ilk kitabı olan Taş Günceler’de Shields, sıradan bir Amerikan kadını olan Daisy Stone Godwill’in öyküsünü anlatmakta. Kendi yaşamındaki yerini anlamaya çalışan bir kadının doğumu, ölümü ve bu iki olay arasındaki yaşam serüvenini kendi tanıklığında keşfetme çabası.

Ben okudum ve sevdim. Özellikle de Daisy’nin kendi yaşam hikayesini başta kendi ailesi olmak üzere çevresindekilerden dinleyerek, kendi gözlemlerine dayanarak ve yeri geldiğinde dışarıdan biriymiş gibi ama kendi ağzından anlatarak yansıtmasını çok beğendim. Kitaplığınızda yer verebileceğiniz bir kitap diyebilirim. Ne de olsa okunan her bir kitap tüm gizemi ve sırlarıyla keşfedilmeye çalışılan yeni bir yaşam değil midir? Ve her yaşamın da mutlaka kendi öyküsü vardır aynı Carol Shields’in dediği gibi;

“En sıradan yaşamların bile içine asla girilmeyen, asla söz edilmeyen, yine de eski bir kitabın arasındaki yaprak örnekleri gibi bilince yapışmış duran anı odacıkları vardır. Ve yaşamın bazı bölümleri vardır ki okunmazlar özellikle de yüksek sesle...”






Görsel: Buradan alınmıştır.

SEÇENEK

25.04.2011


“Seçenek çok mu?” diye sordu adam.
“Seçenek yok” diye cevapladı kadın.
Sustular...

...


Uzaklara bakıyordu adam. Oysa o kadar yakındı ki kadına, elini atsa omzuna dokunacak, yüzünü okşayacak, hatta istese biraz daha yakınlaşıp yanağına ufacık bir öpücük konduracak kadar...Tek bir hareketi yetecekti aslında, elini uzattığında geçmişin hatırlanacağını, yanağına dokunduğunda şimdinin yaşanacağını, tek bir öpücükle geleceğin yeniden var edileceğini biliyordu. Ama adam baktığı yerde kalmayı tercih etti, belirsiz bir ses tonuyla kadının sorularını cevaplamayı, cevapsız kaldığı anlarda kestirip atmayı, soruların cevaplarla çoğaltıldığı böylesi zamanlarda, sessizliğe sığınmayı tercih ettiği gibi...

Oysa seviyordu adam, hem de gerçekten seviyordu. Ama bildiği gibi...

...


Yakınları özlüyordu kadın. Oysa yanındaydı sevdiği adam, hemen yanıbaşında, tek bir sözün ağırlığında, bir gülüşün hayata yeniden bağlayan tınısında. Yüreğe değen tek bir dokunuşta saklıydı iyi-kötü tüm zamanlar ve eğer isterse her şey siliniverirdi bir çırpıda bunu biliyordu. Ama olmayan bir şey vardı işte, eksik kalan birkaç cümle, havada asılı nereden geldiği belli olmayan bir hüzün, bu yakınlığın arasında hiç kapan/a/mayan bir uzaklık...Bu yüzden belki de bu kadar çok canı yanıyordu. Kelimelerde kalsın istemiyordu hiçbir şey ama onun içindeki aşk, artık hiçbir dokunuşa yakışmıyordu.

Oysa biliyordu kadın hem de gerçekten biliyordu. Ama sevdiği gibi...

...


Sonra zaman geldi tüm ağırlığıyla bir nokta koydu bu suskunluğun sonuna. Hayat devam etti kaldığı yerden, onlarda öyle... Az öncesi hiç yaşanmamış gibi kalktılar oturdukları banktan, el ele tutuşup sessizce uzaklaştılar aynı yolun üzerinden aynı adımlarla.

Ama aşk durdu.



*İlk yayın tarihi: 22/12/09’
**Görsel:
1x.com

GİTME!

22.04.2011


Biliyorum. Ne o kapıların ardında bir yaşam var artık bize ne de gelecekte. Biliyor olmak insanı özgürleştirmez mi biraz da? O yüzden eğer gerçekten istiyorsan, gitmekte özgürsün sen de...

Haklısın. Zorda günler. Sessiz. Sözsüz. Gidenler. Kalanlar sonra. Darda. Kimi zaman da bir kapı eşiğinde. Hep arada duranlar. Duraklatanlar. Hep aralıkta. Bir bulut gibi acı. Ağır. Koyu. Göz önünde. Gözden düşenler. İçine ve içinden yağanlar.

Farkındayım. Eksiltiyor seni artık her bir kelime. Ucu açık kalıyor. Cümlelerinin. Aklının. Yüreğinin. Yarım yarım. Her şey. En çok da sen. Ve hiç durmayan bir yağmurun altında. Bir türlü düşmeyen cemre. Dönmeyen mevsim. Geçip gidiyor/sun. İçine. İçinden. Bir çamura bulanmış gibi. Ağır aksak işliyor önünde zaman.

Ama geçecek. Mutlaka. Öncekiler gibi. Dinecek elbet yağmur. Mevsim yine dönecek. Yeter ki eğme yüreğini kanıp da kışa. Yüzünü dökme. İnadına kaldır. Bak, az ötede mavi. Gök gök. Güneş güneş. Hemen yanıbaşın toprak. Yeşil yanıbaşın. Yanıbaşında çiçekler. Bahar yanıbaşında. Bahar içinde. Tek bir hayat var aslında yaşayacağın en iyi sen biliyorsun. O da sadece kendi yüreğinde!

Adı adıma, aklı aklıma, yüreği yüreğime eş kadın! O yüzden sakın ola gitme içine, kapatıp da tüm kapıları/nı. İçinden sakın gitme!


UNUTMA MEKTUPLARI-V
NİSAN 11’


Görsel: Deviantart

ZAMAN/SIZ

20.04.2011

olmadı!

sen saklarken yelkovanı
geçmişinin saatinde
bir gölge gibi sızardı içime
akrebin/in zehri
yazık ki zaman bile
senden yanaydı.

sen dün kaldın hep bende
ben sana hep yarım
hep yarın!



Görsel: Deviantart

CEHENNEM...

18.04.2011

“Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada. Çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin, birincisi pek çok kişiye kolay gelir; cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli, sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek...”


GÖRÜNMEZ KENTLER
ITALO CALVINO


*Görsel:
Deviantart

KENDİM/L/E KONUŞMALAR-VIII

15.04.2011


“Kötülüğü iyilikle yenin, derdi eskiler ve haklıydılar, en azından zamanlarını o zamanlar için yeni olan gerçekleri o zaman için bile eski olan gerçeklerin ışığında değerlendirerek faydalı bir şekilde geçiriyorlardı.”


YİTİK ADANIN ÖYKÜSÜ
JOSE SARAMAGO



Olması gerektiği yerde, olması gerektiği bir zamanda bir işaret gibi çıkıyor bu cümle karşıma. Kelime kelime okunuyor birkaç kez, iğne gibi göz göz batıyor hem yüreğime hem aklıma. Ve sonra bir bıçak gibi kesip ayırıyor birkaç gündür yaşadıklarımla, söylediklerimle, düşündüklerimle beni. Ayırıyor ve ayrı ayrı yerlere koyuyor. Kötülüğü iyilikle yenmek! Düşününce ne zor öyle değil mi? Ne anlaşılmaz! Akla ne kadar uzak, yüreğe ulaşılmaz.

Ama değil, biliyorum. O yüzden ben de uyuyorum o eskilere ve kötülüğü iyilikle yen diyorum kendime. En azından dene! Yanlışa doğruyla cevap ver. Saygısızlığı saygıyla durdur mesela. Anlamsızlığa anlam katmaya çalış önce. Baktın olmuyor çok fazla yormadan, yorulmadan bırak sonra. Ağırlık yapmasın içinde. Bırak akıp gitsin sonsuzluğa. Şairin söylediği gibi; affetmeyi öğrenmek denemekle oluyor. Ve bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın önce kendisini affetmesi gerekiyor. (*)

Bu yüzden ne olursa olsun koru içindeki hayatı. Ne kendine ne de başkalarına hırpalatma. Yorulduğunda sığın sessizliğine hem dinle içini, hem dinlen kendi içinde. Ama dikkat et meziyet olsun bu. Sakın kendi hayatının peşindeyken kimseyi ve hiçbir hayatı yok sayma!


*
ATAOL BEHRAMOĞLU/ÖĞRENDİM Kİ...
**Görsel:
Deviantart

CEMRE

13.04.2011


dışımıza değil de
içimize düşse cemre
daha mı çabuk biter kış?
daha mı erken gelir bahar?


Görsel: Deviantart

ZERDALİ BURCU

11.04.2011

“Birdenbire bastırırsa yokluğum, karanlık gibi, tipi gibi, sis gibi. Korkma devrilmekten kaldırabilirim seni.”(*)

Biliyorum aslında ansızın geliveren birkaç gündü bu. Olmamış, yaşanmamış bir haziranın temmuza taşınmasıydı. Bir şeyler her zaman eksik olacaktı. Ve zaten eksikti bir şeyler. Çaresizliğin bu yüzden gerçekten çaresi yok. Mümkün değil hep aynı noktada durmak. Zaman izin vermiyor buna. Böcekler her zaman kazanır çünkü. Bu sefer de zafer onların.

Giderken tüm zamanları yanıma almıştım. Dönerken hiçbir şey getiremedim. Biraz hüzün belki. O gece, onu son gördüğüm yerden, bana bakışını getirdim bir de. Öyle baksın istemiyordum. Ama bakacaktı. Biliyordum. Yürüyüp gitmek olmazdı ardıma bakmadan, durup geriye bakmam da olmadı. Bunu tekrar yürüdüğümde anladım. Ama hala anlamış değilim, o bakışlar bir ömür boyu nasıl taşınır yürekte? O, ışıkları kopartıp kopartıp yutan ne koyu bir gölgeydi öyle. Boynu hafifçe bükük, öylece bakıyordu. Böyle kolları kırık gibi mi dururdu insan? Böyle düşmeye hazır yaprak gibi mi dururdu insan? Ağlamaz mıydı? Gitme, demez miydi? Böyle boynu bükük durur muydu hiç? Kavşağa varıncaya kadar kaç kavşak geçtim, kaç ölüm geçtim, kaç böcek geçtim. Hiçbir yere gitmediğini, gidemeyeceğini bilmek ama yürümek durmadan. Kavşaklar, ölümler, böcekler her adımda var. Her adım bir iz bırakır geride oysa. Her adım bir iz bırakmalıdır geride. Kavşaklar, ölümler, böcekler değil.

“-Beni sevdiğini hiç söylemedin.”
“-Ben bunu söylediğim zaman bütün anlamlarda hakkını veririm. Düşünemeyeceğin, hayalini kuramayacağın kadar. Alırım da.”


Ne kolaydı bu kadar basit olsaydı. Tükenene kadar vermek, tüketene kadar almak, ölçüsüzce. Deniz olursun, ışık olursun, zaman olursun. Geceyi bir cebine koyarsın, günü bir cebine. Düşüncelerin vardır. Yüreğin vardır. Sıcaklıkların vardır. Üşüdüğünü anlamazsın bile. Hazır bir çift dudak vardır öpmene. Başını gömmek istediğinde saçlarını dağıtır sana. Kokusu yüzüne bulaşır, ciğerlerine yerleşir, yollar çizer beyninde. Kendine her çekişinde, bu göğüsmüş, bu omuzmuş, bu boyunmuş anlamaz, hep de bir yüreği öpersin durmadan. Çiçeklere durursun, meyvelere gelirsin, neredeyse güneş sanırsın kendini. Binlerce kez doğarsın yeniden. Dağları aştığını bilir, dağları aştığını bildiğini bilirsin sen de. Elini tuttuğunda, işaret parmağıyla okşar elini. Bu okşayış sevgiyi söyler. Gözleri gözlerine çakılıdır. Omuzları omuzlarına değer, yanındadır. Yanında olması sevgiyi söyler. Doyumsuzluktur sevgi oysa, söylemeler yetmez.

“-Sevmekten korkuyorsun sen. İçindeki yılanın uyanmasından. Benim sana duyduklarımın binde birini duyarım diye korkuyorsun sen, böceklerden değil. Bütün korkun kendinden.”
“-Sus ne olur, sus lütfen ve dinle beni. Bir şeylerden korkum yok. Ama kendimi sana kaptırdığımda olacakları çok iyi biliyorum ben. Seni görmek isteyeceğim. Sana dokunmak isteyeceğim. Seni isteyeceğim. Hiç dinmeyen bir özlemin yorgunluğunu taşıyacağım yüreğimde. Bunaltacak beni bu. Bunaldıkça sana saldıracağım. Seni hırpalayacağım. Sevgimde hiç sınır yoktur benim. Dinginlik nedir bilmem çünkü. Çünkü uysal biri değilim. Coşkun bir ırmak gibi akıveririm karşımdaki insanın yaşamına. Şimdi söyle bana bütün bunlara hazır mısın?”


Ben avcumdaki ateşi hiç göstermedim kendime. Ağladığımı da. Kaçmadım kavşaklardan, ölümlerden, böceklerden. Yolculuğum sevgiyeydi. Döndürmedim yolumu, savrulup giderken bile hiçliklere. Döndürmedim yolumu unutmalara. Döndürmedim yolumu sevgiden, döndürmem de bundan böyle.

Odayı hatırlayacağım. Sevişmeleri. Banyoya girişini. Şarkı söyleyişini yıkanırken. Havluyu saramadığı vücudunu. Saçlarının uçlarından damlamasını suların. Dudağındaki yarayı. Dizlerine başımı bırakışımı. Dizlerini de öpmüştüm, avuç içleri terlemişti, onları da. Dudakları titriyordu. Dudaklarını da öpmüştüm, titremelerini de. Gidecekti birazdan. Bitecekti her şey birazdan. Çılgınlara dönecektim birazdan. Gitme, diyemeyecektim. Desem de gidecekti, gidecekti nasılsa. Gidince, bu odada hatırlanacak bir şey kalmayacaktı ondan sonra. Kapıdan girdiği zamana dönecektim düşüncelerimde. Kapıdan girdiği zamandan başlayacaktım yaşamaya durmadan ve yeniden. Darmadağınık olacaktım. Karmakarışık olacaktım. Buz gibi olacaktı her yanım. Bakışlarım duvarları kazıyacaktı. Bakışlarım delip geçecekti duvarları. Bakışlarım sus-pus olacaktı, puslanacaktı, kor olacaktı. Yastıkta saçlarının kokusu olacaktı. Gömecektim başımı yastığa. Saçlarının kokusu yüzüme bulaşacaktı, ciğerlerime yerleşecekti, yollar çizecekti beynimde.

“-Gelmeni istiyorum, gelirim demeni istiyorum, geldim demeni...”
“-Gelmek isterdim ama gelemem. Git artık bekleme beni, gelemem...”


Gidersem sevgiye giderim yine. Gidersem kolları kırıkmış gibi duruşu da gider benimle. Gidersem, gittim diyemem yine de.

“-Gitmemi istiyorsun demek. Böcekler bu sefer de kazansın istiyorsun. Hani denizdin sen, hani ışıktın, zamandın hani. Dinginlik nedir bilmezdin hani. Irmaktın, coşkundur, akıverirdin.”
“-Yenir yutulur şey değildir benim sevgim demiştim, söylemiştim.”


Biliyorum. Söylemişti. Ben de sevgimi söylemiştim ama. Ben de yüreğimi uzatmıştım boynumu uzatır gibi. Uzattım diye koparması mı gerekirdi?

Ellerim cebimde değil. Seni yanıltacağım bu kez, hadi söktür söktürebilirsen şafağı, gidiyorum. Birdenbire bastırıyor yokluğu...


EMİN AKDAMAR



*
Zerrin Koç (Bir Ara Uğra Sevgin Kalmış Bende)
**Görsel:
Deviantart

BALONLAR

8.04.2011

Küçük, renkli bir paket tutuyor kendi kadar ufak ellerinin içinde. Öyle mutlu bir ifade var ki yüzünde ister istemez etrafındaki herkesin meraklı bakışları toplanıyor üzerinde. Ama ne başkaları, ne de dünya onun umurunda değil, elindeki paketten başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor. Sadece arada sırada yanında ablası olduğunu sandığım en az kendisi kadar küçük bir kıza mutlulukla dolu birkaç kelime fısıldayıp kocaman gülümsüyor.

Nihayet kasa önündeki uzun bekleyiş bitiyor ve sıra onlara geliyor. Büyük bir heyecanla önce o, elindeki küçük paketi uzatıyor kasiyere, sonra da ablası olduğunu düşündüğüm küçük kız içinde 5-6 ekmek olan poşeti. Kasiyer “paranız var mı bakalım bugün” diye sorduğunda ikisi de ellerini ceplerine sokup bir sürü bozuk para çıkartıyor ve koyuyorlar kasanın önüne. Önce renkli paket sonra da ekmekler geçiyor kasadan ve hesap tamamlanıyor. Renkli paket kısa bir ayrılığın ardından tekrar o küçük ellere kavuşuyor, o küçük eller de eskisinden daha büyük bir mutluluk ve artık sahip olmanın verdiği bir güvenle o pakete.

Benim şaşkın bakışlarımı gören kasiyer “sadece birkaç balon” diyor, “1 haftadır her gün buraya geliyor, o balonları alıyor ve her seferinde parası yetmediği için geri bırakıyor. Nihayet bugün alabildi.”

Bir çocuğun ısrarı, her türlü olumsuzluğa rağmen inadı, isteği, hevesi ve amacına ulaştığında yaşadığı mutluluk ve keyfin en canlı hali yaşanıyor gözlerimin önünde. Muhtemelen kısa bir süre içersinde patlayıp yok olacak ve kimbilir hangi şartların zorlanmasıyla alınan birkaç balonun bir çocuğun hayatına kattığı anlam ve mutluluk. Ve bizlerin büyük hevesler peşinde kendimizi kaybettiğimiz, sonuçsuz yolculuklar yapmaktan küçücük mutlulukları çoğu zaman görmezden geldiğimiz, es geçtiğimiz zamanlar...Bir çocuktan öğrenebileceğimiz ne kadar da çok şey var diye geçiriyorum içimden.

Küçücük bir çocuk birkaç balonla çıkıp gidiyor marketin kapısından, ardında kocaman bir mutluluk bırakarak. Bense kocaman dünyamda küçücük kalıyorum en son kimbilir ne zaman böylesine içten, böylesine karşılıksız mutlu olduğumu hatırlamaya çalışarak...


*
İlk yayın tarihi: 02/09/09’
**Görsel:
Deviantart

19 ŞBT

6.04.2011

Aklıma izin verdim bugünlerde yüreksiz olduğu için. Akılsız yüreğime uydum gidiyorum şimdi, ne başını ne sonunu bildiğim bu zamanın içinde. Hem bilsem bile ne değişecek ki? Bugüne kadar bildiklerime sayıyorum ve hiç kullanmadığım joker hakkımı istiyorum hayattan. Ne için diye sorarsa eğer tek bir cevabım olacak; en büyük, en övünülesi, en karşı konulmaz, önünde durulmaz bahaneye sığınarak. Kabul etse de etmese de; aşka sığınarak...

Aşk iyileştirsin istiyorum; kimi zaman kendi ellerimle kendime açtığım yaralarımı. İçimdeki boşlukları doldursun, belki de yenilerinin açılacağını bile bile. Gözüpek davransın, cesaretim olsun. Ulaşılmazı yakın yapsın. Uzlaşılması iyi niyet. Sarıp sarmalasın beni. Düş olsun uyanık zamanlarımda yaşanıp da bitmeyen. Uykularımda, tükenmeyen kendi gerçeğini bulsun. Aşk olsun be sevgili içimizde her daim, her koşulda, hızla tükenip gittiğimiz, tüketip bittiğimiz hayata inat...

Aşk
Var’sın
Olsun...


ŞUBAT MEKTUPLARI 10’


Görsel:
Deviantart

KENDİMİN GİTMELERİ

4.04.2011

Bir kapı eşiğinde bekliyordu, herhangi bir mevsimden kalma geçmiş zaman sözleriydi kendine yinelediği, eksik birşeyler vardı hareketlerinde, bir yarımlık, bir aksaklık, sanki uzatıp da elini kapatamadığı, adını koyamadığı bir yaşamdan üzerine hep hüzün, hep acı, hep yalnızlık esiyordu.

Üşüyen yüzüne baktım uzun uzun, ama okuyamadım zamanı. Ne bir kelimesine eklenebildim geçmişinin, ne de varlığım şimdiye değebildi, kendime bile yabancı kalıverdim bir anda, oysa o üzerine sinmiş eski zaman kokusu, hatırlayamayacağım uzun yollardan, yüzleşemeyeceğim anlardan, dile dökemeyeceğim hatalardan, çok uzaklardan geliyordu.

Hem herkesi andırıyordu, koca bir kalabalıktı kendini bile zor taşıyan, hepimizden bir parça vardı içinde, bir bakış, bir ses, bir yüz, bir iz, hem de bana, sana, ona, ardımda bıraktıklarıma, eski bir fotoğraf karesine, belleğin sakladığı pek çok ana, henüz düşlenmemiş bir yüze, hiç varılmamış bir zamana, hiçbirimize, hiç kimseye benzemiyordu.

Neden sonra farketti baktığımı. Gülümsedi. “Rüzgarın esmesini bekliyor şimdi yüreğim” dedi, belli belirsiz bir sesle. Bir aynanın karşısında kendi kendine konuşur gibiydi, zaman akmıyordu.

"Geçmişim, içimin denizinde can çekişen bir balık gibi, çekip de almalı, kurtarmalı onu artık. Alıp, aklımın kıyısından, anılarla beslediğim bir ömrün okyanusuna salmalı...”




*
İlk yayın tarihi: 12/05/09’
**Görsel:
Deviantart

NİSAN

1.04.2011

Nisan ayında iyimserlik, tıpkı yeryüzünün çekirdeğine yakın yaşayan ve dünya yıkılsa ölmeyecek olan kalın kabuklu böcekler gibi toprağın yedi kat dibinden çıkar ve göğün yedi kat üstüne tırmanır. Tam her şey bitti derken yeniden yaşama dönen bir hasta gibi...hayat yeniden bir şeylere kanar...ölümsüzlük hevesine kapılır...bir kabustan uyanır...gözleri bir daha hiç kapanmayacak sanır...aldanır.


ŞAHBAZ’IN HARİKULADE YILI 1979
MİNE SÖĞÜT


Görsel:
Deviantart