Pages

ÖLÜME NİNNİ

30.04.2009
Gözlerin oluyorum önce. Tozun toprağın içinde gözlerine çarpıyor hayali. Buruşmuş bir fotoğraf karesinden çekip alıyorsun sevdiğini. Alıp yanıbaşına koyuyorsun sessizce. Bekle diyorsun sevgili yüreğine...Bir elin 10 parmağına sığıyor artık kavuşacağınız günler. Gözlerin eriyip gidiyor gözlerinin içinde. Sen eriyip gidiyorsun. Sonrası zifiri karanlık...Gözlerimden oluyorum.

Ellerin oluyorum. Ceplerinde sakladığın ellerini çıkarıp kızının sarı buklelerinde bırakıyorsun parmak izlerini. Oğlunun kara gözlerine değiyorsun usulca, uyandırmak istemeden. İki elin iki küçük yürekte sonsuz bir sevgiyi düşlüyorsun. Kızının masum gülüşüne, oğlunun derin iç çekişine benzediğini düşünüyorsun...Seviniyorsun kendince. Kaybolup gidiyorsun ellerin düşlerde, sen düşlerin içinde. Sonrası ele avuca sığmayan bir yalnızlık...Ellerimden oluyorum.

Sözlerin oluyorum. Babanın dilinden dökülüyorsun bir çağlayan misali. Evinin reisi, ocağının direği, bir babanın gözbebeği oluyorsun. Kelimelerin yetersiz kaldığı bir gurur kaynağı...Alıyorsun tüm sözleri yüreğine dolduruyosrun. Onlarla ısınıyorsun geceleri. Dönüşüne sevgi, saygı sözcükleri biriktiriyorsun. Kelimelerin çalınıyor hayatından. Sonrası sesinin erişemediği koca bir boşluk... Sözlerimden oluyorum.

Yüreğin oluyorum. Annenin hiç büyümeyen küçüğü. Yüreğinin asıl sahibi. 20’lik koca yüreğini koyuyorsun annenin dizlerine, ufalıp da çocuk oluyorsun. Hiç bitmeyecek bir sevginin şımarıklığını özlüyor en çok için. Yüreğini saklıyorsun sunmak için ellerine. Hain bir pusuda kahpe bir kurşunla yanıyor için aniden. Sonrası paramparça...Yüreğimden oluyorum.

Bir sevgilinin eksilen yarısı, bir çocuğun hiç bilemeyeceği babası, bir babanın ağır sızısı, bir ananın dinmeyecek ağıtı oluyorum sırayla. Yine de varamıyorum yanına. Küçücük unufak kalıyorum.

Yok oluyorum seninle beraber. Boylu boyunca uzanıyorum yanına. Yer gök kan kırmızı. Uzun, derin bir uykuya dalıyorum. Bir ninni gelip saplanıyor dilimin ucuna kurşunlara inat. Büyüklere ninni söylenmez diyorlar. Yalan diyorum. Ölüm söz konusuysa eğer, bir sevgilinin, bir ananın, babanın, çocuğun gözünde her yürek küçüktür, küçücüktür aslında. Ölümün yaşı yoktur biliyorum.

Acının dili ortak. Aynı yüreklerde saplı bu kara hançer. Aynı yağmurlar akıyor şimdi gözlerden. Titrek bir sesle mırıldanıyorum başında...

Kapat usulca gözlerini
Uzat üşümüş ellerini
Sakla o masum yüreğini
Zaman gibi sessiz uyu
Bu dünya dipsiz bir kuyu

Pamuktan kalbin solmadan
Hayat yüzüne vurmadan

Uyu yavrum uyu
Bu dünya dipsiz bir kuyu
Uyu melek yüzlüm uyu
Bu dünya dipsiz bir kuyu


*Bir avuç kendini bilmez insan, düşünce ve davranış yüzünden yitirilen ve hala da yitirmekte olduğumuz yüreklere dair...
**İlk yayın tarihi: 28/07/08
***Ninni seslendiren: Toygar Işıklı

MÜZİK YA DA GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ...

27.04.2009
Teknolojiyle pek fazla haşır neşir değilimdir. Kendisinden tabiki hoşlanırım ama aramızda tutku dolu vazgeçilmez bir bağ yok ve asla da olmadı. Gündelik yaşama dair -olmazsa olmaz- araç ve gereçlerin benim elime, keyfime, zevkime uygun olmaları ve işimi görmeleri hep yeterli olmuştur benim için. Üst modellere ve daha da ötesi kavramlara dair ilgim ve bilgim olmamıştır ne yazık ki. Hatta böylesi muhabbetlerde kendimi üvey evlat hissedecek kadar uzak kalmışımdır günümüz teknolojisine...

Evimin ve işyerimin ayrı yakalarda olmasından dolayı haftanın 6 günü ve her günün yaklaşık 4-5 saatini toplu taşıma araçlarında geçiren biri olarak teknolojinin toplu taşıma araçlarına yansıma biçim ve oranıyla ilgili ister istemez bilgi sahibi olmaktayım. Sanırım son dönemlerde bu anlamdaki en kayda değer değişme, -otobüste kitap okuma- trendinin yerini -ipod veya cep telefonuyla müzik dinleme- nin almış olması. Hala benim gibi ısrarla kitap okuyanlar olsa da, bu sayı günden güne azalmakta ve neredeyse bir elin beş parmağını geçmemekte ne yazık ki.

Bu konuda yorum yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum aslında. Sonuç olarak bu bir tercih meselesi ve kimseye kitap okumak yerine neden müzik dinliyorsun deme hakkına sahip değilim. Hem her an her yerde müzik dinleyebilme özelliği ile her an her yerde kitap okuyabilme özelliği de tamamen farklı şeylerdir. Kitap biraz da yapısı gereği daha sessiz, rahat, uzun ve kesintisiz zaman dilimlerini tercih eder okunmak ve hazmedilmek için...Ve tabi ki herkesin benim gibi kitap okurken kendini kaybedip, dış dünyayla bağlarını koparma özelliğine sahip olmasını bekleyemem. Sırf bu yüzden kaçırdığım durakların, söylendiğim şoförlerin, yediğim azarların haddi hesabı da yoktur. Eee diyecek birşey yok tabi ki, ne de olsa bu da benim tercihim...

Ipod ve benzerleri, kullanım hatası sonucu sağır yapmak, dikkat dağıtmak vb yan etkilere sahip olsa da, bitmek bilmeyen yol ve trafik sıkıntısını bir nebze azaltan bir araç aslında. Bir adı -eziyet- olan İstanbul trafiğine kısmen neşe ve eğlence katan bir faktör, bir nevi zamandan tasarruf...Bu nedenden ötürü de, hem kullanıcı sayısı gün ve gün artmakta hem de kullanan profili büyük bir çeşitlilik göstermekte. En son geçen hafta 70 yaşlarında ak saçlı, nur yüzlü bir dedenin kulağında ipod vardı mesela...

Fakat hemen hemen her konuda olduğu gibi bunda da yazık ki sınırlarımızı zorlamaktayız. Her gün ev-iş arası mekik dokurken, kendi ipod'um olmadığı halde, olanlar sayesinde Serdar Ortaç'tan Metallica'ya kadar binbir çeşitte şarkıcı ve grup dinlemekten gerçekten sıkıldım ve yoruldum. Kulaklık bireysel bir aksesuardır ve kişi kendi şahsına yönelik kullanır. Ama son dönemlerde, kendi şahsi kulaklıklarını bir radyo istayonu gibi kullanıp yayın yapan ve çevresindeki herkesi bu yayını dinleme mecburiyetinde bırakan kişi sayısında müthiş bir artış var ne yazık ki. Hele ki toplu taşıma araçlarında metrekareye düşen insan sayısını göz önüne aldığımızda kulak başına düşen -fm- sayısı da oldukça fazla olmakta...

Dediğim gibi herkesin tercihi kendinedir. Müzik dinlemek isteyen, istediği yerde ve şekilde müziğini dinler. Kimin hangi tarz müziği dinleyip hangi sanatçıyı sevdiğine karışamam. Serdar Ortaç dinleyene de, Metallica'yı sevene de bana uymasa bile, laf edemem. Saygı duyarım. Duymam gerekir. Ama müzik dinlemek ve gürültü kirliliği yapmak farklı şeylerdir. Müzik dinlemek yerine gürültü kirliliği yapmaya, ve bu kirliliğe beni maruz bırakmaya da kimsenin hakkı yoktur. İşte bu konuda da ben saygı beklerim.

Lütfen sınırlarımızı bilirken ve çizerken biraz daha dikkat edelim. Hem de her konuda...


Görsel: Deviantart

SESSİZ BİR VEDA

24.04.2009
Sessizlik büyüyor. Sessizlik çok fazla büyüyor, dedi kadın. Kocaman, güzel ve bir o kadar umutsuz gözlerini adamın gözlerine dikerek. Huzursuz, tedirgin bir şey sinsice içimde kök salıyor, diye ekliyor sonra.

Adam cevap vermiyor. Sadece kadının gözlerine bakıyor. Kadının yaşadığı, kendininse uzak olduğu sessizliği çoğaltmak istercesine...

“Rengi yok. Evet, evet sessizliğin rengi yok. Seçemiyorum. Yaşanan bir savaş sonrasında arta kalan ölüm sessizliğine benziyor bu. Ve ben ağzımı açıp tek bir kelime bile edemiyorum görmediğim ama iliklerime kadar geçmiş olan bu yoğunluğa...

Bu yap-boz oyununda bir parça, evet sadece bir parça eksik. Ve ben hangisi olduğunu bilmeden, doğru olan parçaları da çıkartıp yerlerinden, yaşamımı göz göre göre harcıyorum kendi ellerimle. Bana senden başka kimse yardım edemez bunun sende farkındasın. Çünkü sen de bu sessizliğin, bu oyunun, ve yazık ki hala hayatımın bir parçasısın.

Bana en azından doğru kelimeyi bulmam için bir ses ver. Eksik parçayı görmem için yol göster. Yaşanan güzel anların hatırına senin başlattığın, benim körüklediğim bu sessizlikte yok olup gitmeme izin verme.”

Kadın sustu. Adamın inadına yeşil, inadına güzel ve inadına sessiz gözlerine baktı bir süre. Sonra masadan kalkıp koşar adım uzaklaştı oradan. Adamın yeşil, güzel ve sessiz gözleri bir süre kadının sandalyesinde kalan koyu, ağır sessizlikte kaldı...

Kadın bekledi. Günler ve hatta aylar geçmesine rağman bekledi. Ama adamdan hiçbir ses gelmedi. Kadın sessizlikle yaşamayı, sessizlikle barışık olmayı kendi kendine, beklerken öğrendi.

Sessizliğin dilini keşfetti önce, sessizliğe anlam vermeyi...Sessizliği görmeyi...Kendi kendine düşündü çoğu zaman. Bu gerçekten bir savaş mıydı? Kendine mi yenilmişti yoksa O’na mı? Belki de her iki cepheden de bozguna uğramıştı bu isimsiz savaş meydanında. Neye karşı ve niye savaştığını bile anlayamadan –kimse fikrini sormamıştı bile- kendini kopkoyu bir sessizliğin ortasında buluvermişti işte. Oysa o savaşlardan hiç hazzetmezdi.

Bir zamanlar düşman bellediği sessizlikle şimdi paylaştığı dostluğu düşündü sonra. Farkında bile olmadan kendisine bir dost edinmesini sağlayan gözleri yeşil, güzel ve sessiz adamı düşündü. Ne kadar temiz ve beyaz olduğu meçhul bir sayfayı aynı şekilde geride bırakıp, üzerine çevrilen bir sürü sayfayı...

Aylar sonra aynı mekanda, ayrı insanlar olarak karşılaştılar günün birinde. Kadın kafasını kaldırdı ve yeşil, güzel ve bir o kadar sessiz gözlerle karşılaştı birden.

Birbirlerinin gözlerine eskiye dair bir sürü anıyı bıraktılar sessizce. Kadın önce kırgınlığını belirtti. Sonra da ondan bir ses beklerken öğrendiklerini anlatıverdi bir çırpıda. Ve sessizce teşekkür edip, gözlerini masasını paylaştığı insanlara çevirdi. Sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.

Adam kalktı. Ve koşar adım ayrıldı oradan. Kadının gözleri bir süre adamın gidişinde, ve sandalyesinde bıraktığı koyu, ağır sessizlikte kaldı...


Görsel: Deviantart

GÜNCE

22.04.2009
Olmadığın bir yerden bakıyorsun şimdi bana. Hiç tanımamış, hiç bilmemişsin gibi. Koca bir caddenin tam ortasında, gözlerin gözlerime değip geçiyor. Bir bakışında saklı oysa tüm sözcüklerim. Ardına bakmadan çekip gidiyorsun. Kaçırılan bir bakışın gölgesi düşüyor üzerime...

Olmayan bir dilde konuşuyorsun şimdi benimle. Daha önce hiç duymadığım, bilmediğim kelimeler dökülüyor ağzından. Koca bir insan kalabalığında sesin kulaklarıma değip geçiyor. Cevabını bilmediğim sorular ezilip gidiyor ayaklar altında. Sen üzerinden atlayıp geçiyorsun.Yarıda bırakılmış sözlerin ağırlığı kalıyor yüreğimde...

Yaşanmamış zamanlarda yoluna devam ediyorsun şimdi sen. Benim olmadığım, bilinmediğim mekanlar uğrak yerin. Varlığıma dair hiçbir iz bırakılmamış adımın geçtiği yerlerde. Gecenin aydınlık tarafından kendine yeni bir yer ediniyorsun. Yeni yaşamların defterleri ellerinde...

Ben kıyıda köşede kalan gülüşlerini topluyorum. Söylediğin güzel birkaç kelimeyi, dinlemekten bıkmadığım sesini, bakmadan da görebildiğim gözlerini...Gecenin karanlık tarafında kalıyor yüreğim. Elimde zamanla doldurduğum bir tükenmez kalem. Kapatıyorum gözlerimi. Di’li geçmiş anlara dair bir günce tutuyorum.


Görsel: Deviantart

CEVAP/SIZ SORULAR

21.04.2009
Bazı sorular vardır, cevapları daha sorulmadan bellidir.Üstünkörü geçilir o yüzden, cevaplamaya gerek bile kalmaz. Bazı sorular vardır, cevapları değişkendir. Kişiye, zamana, duruma göre farklılaşır. Hatta bazen aynı kişiden farklı zamanlarda farklı cevaplar gelebilir. Bazı sorular vardır, o an için cevapsızdır. Sadece yaşarken veya yaşatırken o cevaplarla yüzyüze gelirsiniz. Cevap biraz siz de, biraz da yaşananlarda gizlidir aslında. Ama yine de soruya asıl cevabı belki de hiç bir zaman tam olarak veremezsiniz.

“Aşk evcilleşmemiş bir güçtür. Onu kontrol etmeye çalıştığımızda bizi yok eder. Onu hapsetmeye çalıştığımızda o bizi esir alır. Onu anlamak için çabaladığımızda kendimizi kaybolmuş ve şaşkına dönmüş hissetmemizi sağlar.” diyerek uzun ve şaşırtıcı bir yolculuğa çıkartıyor bizi Paulo Coelho Zahir adlı kitabında. Bu yolculuk ruhumuz üzerine, kader üzerine, geçmiş üzerine ama en çok da aşk üzerine, sevmek üzerine...Ve sonra da, tüm bu akıp giden yolculuk esnasında birdenbire o soruyu saplıyor bir hançer gibi yüreğinizin tam da orta yerine; “Bir insan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi?”

Bir yanda kendisini terk edip giden, ne aklından ne de yüreğinden bir türlü çıkaramadığı eşi, diğer yanda ise varlığından hep hoşlandığı, sevdiğini ve sevildiğini bildiği güzel, akıllı, başarılı sevgilisi....Biri kendini bulmasına yardım eden ama sonra aniden kendisi ortadan kaybolan ruh eşi, diğeri belki de bu içsel yolculuğun her anında varlığıyla destek olan ve her şeye rağmen seven, çok seven bir kadın...Ve tüm bu çelişkilerin genişletip daralttığı, eksiltip çoğalttığı, kısaltıp uzattığı bir içsel yolculuk...Derken yine aynı soru çıkıveriyor bir yerlerden, çıkıp da tam önünüze düşüveriyor; “Bir yüreğe aynı anda kaç sevgi sığabilir?”

Bazı sorular vardır, gerçek bir cevabı olabilmesi için belki de gerçekten sorulması gerekir. Ben kendime gerçekten sordum ama cevabım konusunda hala düşünüyorum. Sahi sizin cevabınız nedir?


Görsel: Deviantart

YARASA KADIN'DAN HAYALET AVCISI'NA

20.04.2009
Bugün senin doğum günün...
Henüz yolun başındayız biliyorum. Ne hatırladıkça güleceğimiz çocukluk anılarının ortağıyız, ne de birbirimizin omzunda destek bulduğumuz ayrılık hikayelerinin...Geç kalmış bir tanışıklık bizimkisi, kaçırdığımız günlere inat, şimdiyi yaşıyoruz büyük bir hızla. Biriktirdiğimiz anılar yarına dair...

Aynı kelimeler eksik cümlelerimizde, yerlerine yenilerini ekleyemediğimiz. Söylenemeyen kelimeler özenle duruyor ellerimizde, öznesi olmuşuz henüz kurulmamış cümlelerin. Dünya o kadar da kötü bir yer değil aslında biliyoruz ve burada olduğumuz için, ve tanıdığımız için birbirimizi çok şanslıyız. Düşünüyorum da şimdi, o kadar çok şey sığdırmışız ki bu kısacık zamana, geçmişimiz yeni belki ama biz geçmiş kadar eskiyiz.

İnandığımız yalanlar ve yadsıdığımız gerçekler zaman zaman nasıl da yarı yolda bırakıveriyor bizi. Sınırın hangi yakasında olduğumuzu anlayamadan kalıveriyoruz ortada. Önemli olan yaşamak oysa, dibine kadar hem de. Ne de olsa yaşadığımız kadar varız öyle değil mi? Hadi yaşayalım o zaman, birbirimize borçlu olduğumuz günlerin acısını çıkartalım, ağlamaların hüznüne, kızgınlıkların geçici öfkesine, gülmelerin neşesine, keyifli sohbetlerin zevkine karışalım. Beraber yaşayacağımız, ortağı olacağımız anların, anıların altına imzamızı atalım, siyah beyaz fotoğraflarla teyid edelim kendimizi ama biz hep renkli kalalım. Unutmadan kendimizi, kaybetmeden birbirimizi, sınırın her iki yakasına da geçelim eğer yapmamız gerekiyorsa. Ama bir yanımız hep gerçek kalsın.

Dedim ya henüz yolun başındayız. Ama bu yol uzayıp gidecek daha beraberce eminim. Hayallerinin hatırladığında gülümsetecek hoş anılar olması dileğiyle canım arkadaşım.

İyi ki doğdun...
İyi ki varsın...

YİNE, YENİ, YENİDEN...

17.04.2009

“Türkiye’de erişimi yasaklanan paylaşım sitesi YouTube’un ardından, Atatürk’ün kişilik haklarına ve manevi şahsiyetine ağır hakaretler içerdiği öne sürülen bir site nedeniyle arama motoru Google da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya...” diyor okuduğum haberde...

“YouTube”da sonra “Google”da mı aynı sonla karşılaşacak diye geçiriyorum içimden. Hemen ardından çok değil sadece 6-7 ay kadar önce Digitürk’ün açtığı bir dava nedeniyle sansürlenen bloglarımız geliyor aklıma. Birkaç sitenin işlediği varsayılan bir suç nedeniyle hiç alakası olmayan, hiçbir ortak amaç içermeyen şahsi bloglarımıza erişimimiz de bir süre engellenip sonrasında yürütmeyi durdurma kararıyla tekrar açılmıştı. Tarih yine tekerrür ediliyor anlaşılan...Haberi okumaya devam ediyorum...

“Atatürkçü Düşünce Derneği, Google’da “Kemalizmin karın ağrısı” yazılarak ulaşılan sitede, Atatürk’e ağır hakaretler içeren ifadelerin yer aldığı gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu’na suç duyurusunda bulundu.

Arama motoru yöneticilerinin cezalandırılması ve Google’ın Türkiye’de erişime kapatılması istenen dilekçede, “Kemalizmin karın ağrısı” yazılarak ulaşılabilen ana başlıklarda, Türkiye’nin kurucusu Atatürk’e kişilik hakları dahil, her alanda hakaret edildiği kaydedildi.

Söz konusu yayınların kimler tarafından siteye konulduğunun tespit edilemediği belirtilen dilekçede, “Ancak sayfanın sonuna sitenin Google tarafından desteklendiği yazılmıştır.

Atatürk’ü Koruma Kanunu başta olmak üzere, TCK ve ilgili maddelere aykırı olarak yayın yapan sitenin sorumlularının tespit edilerek, cezalandırılması ve bu sitenin de acilen yayınlarının durdurulması ve kapatılmasını talep ediyoruz” denildi.”

Hangi konuda olursa olsun ortada suç içerikli bir durum varsa, elbette bunun sorumlularının tespit edilip gerekli yaptırımların uygulanması gereklidir. Burada da Atatürkçü Düşünce Derneği Atatürk’e yönelik ciddi hakaret içeriklerinin yer aldığı site ve sitelere dair suç duyurusunda bulunma, gerekli yaptırımları isteme hakkına elbette sahiptir. Ancak böylesi bir durumda söz konusu yayınların kimler tarafından siteye konulduğu tespit edilemediği için ve o site Google tarafında destekleniyor diye tek çözüm yolu Google’a erişimin durdurulması mı olmalıdır? Başka türlü bir denetleme, uygulama, yaptırım söz konusu değil midir? Benim hiçbir şekilde içinde yer almadığım bir suçun cezası, benim özgürlüğüme, erişim hakkıma engel konularak neden aynı zamanda bana da kesilmektedir? Burada benim kişisel haklarıma bir saldırı yok mudur?

Bunlar ve daha pek çok soru beynimin içinde dönüp dolaşıyor ve cevapsızlar listesinde yerlerini alıyor hızla. Kurunun yanında yaş da yanıyor, ve bu şekilde devam ederse her zaman da yanacak ne yazık ki diye geçiriyorum içimden. Yani kısaca yine, yeni ve yeniden...Ha ne demiştik tarih tekerrürden ibarettir.


Haber Kaynağı: Hürriyet

ÖNCE "İNSAN"DI

15.04.2009
"Fikirler zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez!"




"Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız."





"İki Mustafa Kemal vardır; Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur! "



BEN UZATTIM ELLERİMİ...

13.04.2009
Düşünüyorum da şimdi, pek çok çocuktan daha şanslı geçmiş çocukluğum. Almanya dönüşü sınır kapısında ülkeme giriş vizesi için kaptırılan Ayşe’mi (boyumun 3 katı olan oyuncak ayım) düşündüğümde içim cızz ederdi mesela. Ama şimdi Ayşe’si hiç olmayan çocukların olduğunu biliyorum. Düşlerinde bile.Benim oyuncak ayımın bir adı vardı en azından diye avutuyorum kendimi. Kendi adı, kimliği bile olmayan çocukların oyuncağı olabilir mi yangınları içindeyim şimdi düşünmek bile istemediğim. Sınırda görevli memurumuzdan özür diliyorum bu fırsattan istifade. Bir oyuncak ayı için bu yüreğin ettiği cızz sayısı kadar hem de.

Gözle görülür bir ayrımı göz ardı etmeye çalışarak geçti okul çağına yetişmişliğim. Görmedim. Duymadım. Konuşmadım. Yüreğimin gördüklerini, duyduklarını, konuştuklarını içime attım. Erkek kardeşim oyuncaklar içinde el bebek gül bebek büyürken ben kendi oyunlarımı ürettim sessizce. Ben babamı değil de annemi örnek edindim kendime. Oyuncaklarımı birbirinden hiç ayırt etmedim. Ama şimdi büyüme şansı bile verilmeyen kız çocuklarını, bebeleri düşündüğümde babama haksızlık ettiğimi anlıyorum. Utanıyorum. Çocukluğum adına özür diliyorum kendisinden verdiğim sessiz tepkiler, kötü düşünceler için.

Okul dönemlerimde en cicili bicilisinden kalemlerim, silgilerim olmadı. Parasızlıktan ziyade canım annemin azla yetinmesini öğretmek istemesindendi çoğu zarar azı karar sayısındaki okul gereçlerim. Ben yine de yan gözle sıra arkadaşımın kalemini kıskanırken bulurdum kendimi. Hatta sırf bu yüzden ona kötü davranıp kalbini kırdığımı bile hatırlıyorum. Çocuktum ne de olsa. Bilemedim. Şimdi kalemkutusundan ziyade okuyacak okulu olmayan çocukların kıskandığı bir geçmişe sahip olmak rahatsız ediyor beni. Kalemi olmayan çocukların sayısı kadar özür diliyorum kalemkutusunu kıskandığım adını bile hatırlamadığım arkadaşımdan.

Bir doğumgününden kovuluşumu hatırlıyorum mesela şimdi. Herkes gülüp eğlenirken ben elime geçirdiğim bir kitabı okuyordum. Okumayı çok severdim o zamanlar. Yenileri bittiğinde eski gazeteleri çıkarıp tekrar okuyacak kadar. Arkadaşım kitap okumaya mı geldin buraya diyerek kovmuştu doğumgünü partisinden beni. İki gözüm iki çeşme eve gittiğimde bir de annemden fırça yemiştim sen de her çocuk gibi eğlensene biraz da diye. Şimdi doğumgünü nedir bilmeyen çocuklar tanıyorum okumaya hasret. Ellerinde eski gazeteler bile olmayan. Çocuk olma fırsatı sunulmuşken bana değerlendiremediğim için özür diliyorum doğumgününü mahvettiğim arkadaşımdan. Çocuk olamadan büyümek zorunda bırakılan çocukların sayısı kadar hem de.

Üniversite dönemini yaşayamadım diye hayıflanırdım çoğu zaman. Derslerden sonra kantinde arkadaşlarla 2 lafın belini kıramadan koşuşturmaca içinde geçti bütün öğrencilik dönemim. Okuldan işe, işten okula. Çok isyan ettiğimi bilirim, öğrenciyken çalışmak zorunda kaldığım için. İş yüzünden yaşayamadığım öğrencilik günlerim için. Çocukluğunu yaşayamadan adam olan, kadın olan, ev geçindiren, ana olanları düşününce şimdi bir yumruk oturuyor kalıyor boğazımda. Şimdi üniversite mezunu olabilmenin, hem de üniversite mezunu bir kadın olabilmenin haklı gururunu yaşıyorum içimde. Ama bir yandan da küçükken büyüyen, büyümek zorunda kalan kardeşlerimden özür diliyorum sayısı hiç bitmeyen haksız şikayetlerim için.

Dedim ya düşünüyorum da şimdi pek çok çocuktan daha şanslı bir çocuk oldum. Kız olduğum için hor görülmeden, kitabım, kalemim, çantamla, oturacak sıram, başımı sokacak okulum, benimle ilgilenen elimi tutan yol gösteren öğretmenlerimle okudum ve bugünlere geldim. Kendimce bir baltaya sap olabilme çabalarındayım şu aralar. Aldığım ekmeği bayat diye yemediğim günüm de oldu, parasızlıktan ekmek alamadığım günüm de. Ama nereden geldiğimi ve kim olduğumu unutmadım asla. Ve şimdi şükrettiğim o günlerden çok daha kötü günler geçiren kızlarım, kardeşlerim çocuklarım var yurdumun dört bir yanında.

İşte ben de elimi uzatıyorum şimdi. Gözümüzün göremediği uzaklıklarda olsalar bile elimizi uzattığımızda tutabileceğimiz kardeşlerimiz, kızlarımız, çocuklarımız için. Özür dilemek yetmez çünkü biliyorum. Özürü sunmak gerek.

Ve ben de yüreğimi sunuyorum onlara. Okuyup da ezberlediğim kitaplarımı sunuyorum. Ellerine birer kalem, defter alabilmek, önlüklerine yama yerine yeni bir renk olabilmek, onları geleceğin Nermin öğretmenleri, Goncagül doktorları, Çiğdem mühendisleri olarak görebilmek için elimi uzatıyorum.

Uzattığım elimle bir yüreğe dokunabilirsem, okumak isteyen bir yürek için bir umut olabilirsem ne mutlu bana.

Siz de uzatmak ister misiniz?
Hani göremedim ellerinizi, neredesiniz???

*** HER ÇOCUĞUN BİR MASALI OLMALI KİTAP KAMPANYASI

Her türlü çocuk ve gençlik kitabınının, ansiklopedinin yollanabileceği adres;

Psk. Dr. A. Şebnem Soysal
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI ve HASTALIKLARI ABD
10. KAT BEŞEVLER - ANKARA



Kendi imkanlarıyla Yeşilovacık’a ulaşmak isteyen dostlar ise;
HER ÇOCUĞUN BİR MASALI OLMALI KİTAP KAMPANYASI
Yeşilovacık Belediyesi
YEŞİLOVACIK-MERSİN
adresine armağanlarını ulaştırabilir.

SONRASI...

9.04.2009
Ağır bir sis çöküyor geçmişin üzerine. Gözümle görmediğim gerçekler arasından el yordamı acılar bulup büyütüyorum. Sığamadığım sorularla küçülüp daralıyor yürek. Ne zaman, bir hayalin neresi, hangi gerçeğin kaç yanlışa kurban edilmesi...Bilmediğim yerlerden yakalanıyorum yine hayata. Ve susmak sana düşüyor; umarsız, giderayak ve kaçar gibi... Sormak ve yine sormak her zaman bana...

Bir dudak büküşünde
Kıvrılıp kaldı zaman
İç çekişinde durdu
Gidişinde
Yok...

Dilimin ucunda
Paslı sevda sözcükleri
Battıkça söylediğim
Söyledikçe yalan...

Düşünüyorum da şimdi
Senden öncesi sus pus
Aklımın yollarında
Sonrası
Yoksunluk
Sonrası
Zarar ziyan...


Görsel: Deviantart

ÇOCUKKEN...

8.04.2009
1. Çocukken “erkek kardeşimin ani ölümüyle şok geçiren ailemin özellikle de annemin beni de kaybetmekten korkup üzerime çok düşmesi nedeniyle sokaklarda diğer çocuklarla oynama fırsatını” kaçırdım.

2. Çocukken “anneanne-babaanne ve dede ilişkilerinden” yoksundum.

3. Çocukken “babamın açık açık göstermekte sakınca görmediği erkek çocuk sevdasından dolayı” yaralanmış olabilirim.

4. Çocukken “çocukları özellikle de bebekleri çok sevdiğimden çocuk doktoru”olmayı hayal ederdim.

5. Çocukken “gözlük takmayı ve bir an önce büyümeyi” isterdim.

6. Evimizde asla yeterli “miktarda huzur” olmadı.

7. Çocukken daha fazla “özgür ve kendi halinde bırakılmaya” ihtiyaç duyardım.

8. Bir daha asla “erkek kardeşimi göremeyeceğim” için üzgünüm.

9. Yıllar boyunca “eğer yaşasaydı erkek kardeşimin hem fiziksel hem de kişisel olarak nasıl biri olacağını” merak ettim.

10.Gerek kendimle gerekse hayatla, başka insanlarla ilgili yaşadığım zaman” kaybımdan dolayı hep kendimi suçladım.

Sevgili aysema'dan gelen bu mimi bende sevgili kara kalem'e, Allegra'nde!'e ve Maryjade'e yolluyorum tabi eğer yazmak isterlerse...


Görsel: Deviantart

3Ü 1 ARADA

7.04.2009
1-Paraşütle atlamaya karar verdiniz ve ilk atlayışınızı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Yerde sıranızı beklerken yukardan atlayanları seyrediyordunuz... Aklınızdan neler geçiyor ?

Annem: Öz, aklını başına topla beni dellendirme, otur oturduğun yerde bak valla hakkımı helal etmem...

Kardeşlerim: Abiş paraşüt seni taşır mı dersin ahahahha...

Arkadaşlarım: Ah be Özy, nereden çıkartıyorsun böyle işleri anlamıyoruz ki...Tamam delisin, serserisin biraz da ama abartmasan olmaz mı...

2-Sıranız geldi ve uçak üç bin metreye yükselirken siz de kendinizi hazırlıyorsunuz. Arkanıza hiç bakmadan önünüzde açılan kapıya geliyor ve kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. Aşağıya atlarken ne diye bağırıyorsunuz?

Açılın açılın, canını seven kaçsın gökten “oturan boğa” düşüyooorrrrrr....

3-Güvenli bir biçimde yere indiniz. Paraşütünüzü toplarken bir eğitmen size doğru geliyor ve birşeyler söylüyor. Eğitmen ne söylüyor?

Eğitmen: Hem kendi sağlığınız, hem de diğer insanların can güvenliği nedeniyle 2. bir emre kadar her türlü hava aracını kullanmanız yasaklanmıştır.

Ben: Bir dakika ya niye ki? Yani ben alt tarafı “arı maya”yım. Kime ne zararım olabilir ki...

Eğitmen: Havacılık federasyonundan gelen emir doğrultusunda hareket etmek zorundayım efendim. Üzgünüm...(İçinden; “arı maya”ymış peh...)


*Paraşütle ilgili mim sevgili Bekriya'dan" gelmişti.

*Öz, abiş, özy, serseri ve deli şeklindeki lakaplarımla ilgili mimse sevgili efsa'dan"...

*Sevgili Öykü'de “kendinize en uygun kızılderili adı ve sizinle özdeşleşen, size en yakın hayvan nedir” şeklinde mimlemişti beni. Oturan boğa (benim değil kardeşlerimin tercihi) ve arı maya’da bu mimin cevabı...

Bu üçü bir arada mimi kimseye yollamıyorum. İsteyen istediğini yazsın diye...


Görsel: Deviantart

PRENSES'E...

6.04.2009
Çok erken ulaştı aklın hayatın çıkmaz sokaklarına. Yüreğin kendinden büyük acılara çok çabuk bulaştı. Hep çirkin yüzüne denk geldin hayatın, hep zorda, hep eksik, hep yarım...Eşikte beklemekti en çok yoran seni. Zamansız gidişlerdi gördüğün dönüşü olmayan. Ve sen hep aynanın diğer yanında kaldın.

Sözüm yok. Olamaz da...Acılar gerçekten dile dökülebilir mi bilmiyorum. Anlatabilseydin eğer, kelimelere sığmaz taşardı belki de senden...Taşar giderdi uçsuz bucaksız. Anlayabilseydim eğer, kelimelerim kalmaz yanardı bende, kanardı için için...Bu yüzden belki de sen susmayı seçtin. Bir gece vakti çarpıp kapıyı hayatın yüzüne, sorgusuz sualsiz, vedasız, zamansız çekip gitmeyi. Aynı senden gidenler gibi...Öyle bir tokat attın ki hayata, beşparmak izi bir karabasan gibi çöktü zamanın üzerine, karanlığı bana kadar ulaştı.

Şimdi ben bilmezden gelip bu karanlığı, hiç görmediğim gözlerinin dilencisiyim. Bir bakışındır beklenen sabah akşam kapında. Sonra, hiç bilmediğim yüreğinin yeni ama bildik kiracısı. Ve damla damla aldığın, alacağın her nefesin duacısıyım ben artık. Biliyorsun değil mi; senden yana tüm umutlarım(ız) tek bir gülüşünde saklı...

Sen güzel prenses, ne mutlu bize, kanmadın cadının zehirli elmasına, uyandın artık...


Görsel: Deviantart

ENGELLİ SEÇİM

2.04.2009
Öncesinde yaşanan pek çok tartışma, cevabı veril(e)meyen pek çok soru henüz hafızalardan silinmeden yerini yeni ve başka tartışmalara, sorulara bıraktı. Evet 29 Mart tarihinde yapılan yerel seçimlerden bahsediyorum. Bazı il ve ilçelerde itiraz edilen seçim sonuçları, yeniden sayılan sandıklar, yerlerde ve çöplerde bulunan oy pusulaları, İstanbul’da 13 yaşındaki 100oy alan muhtar adayı, iptal edilenler (Çorum-Mecitözü), Adana’da hala netleşmeyen sonuçlar, gündem maddelerinden sadece bazıları ki bunlara her gün bir yenisi daha eklenmekte. Ama bir başka konu daha var ki diğerleri kadar gündemde kalmasa da aslında hepsinden çok daha önemli belki de...

İçişleri Bakanı Beşir Atalay 29 Mart tarihli yerel seçimler öncesinde yaşanılan pek çok tartışmaya istinaden yapmış olduğu bir açıklamada; “18 yaşını bitiren her Türk vatandaşı ayrıca başvurmak durumunda kalmadan seçmen olma ve oy kullanma hakkını elde etti”cümlesini altını çizerek vurgulamıştı. Peki bu elde edilen hak, acaba her Türk vatandaşı tarafından kullanılabildi mi?

Önce bu seçimlerde oy kullanmak için kaç kat ve basamak çıktığınızı hatırlayın lütfen. Ve sonra da Hürriyet gazetesi köşe yazarlarından Fatih Çekirge’ye gönderilmiş yüzlercesinden sadece biri olan aşağıdaki maili okuyun.

“Merhaba Fatih Bey,

Ben yürüme engelliyim. Engellileri düşünüp, köşenizde yer ayırdığınız için teşekkür ederim. İzmir’de Adnan Süvari Mahallesi’nde ikamet ediyorum ve imam hatip lisesinde oy kullanmaya gittim, merdivenlerle karşılaştım. 1001 no’lu sandıktan 3 kişi aşağıya indi ve bana oy pusulalarını getirdi. İl genel meclis oyumu verdim ve diğer pusulalara oy verirken imam hatip okulu müdürü; “orada oy veremezsin, içeride vermen gerekli” diye seslendi. Merdivenleri nasıl aşacağım,diye sordum. Orası beni bağlamaz, içeride vereceksin, dedi. Ailem 1001 no’lu sandığa gitti ve olayı anlattı.

Sandık başkanı aynen şunu dedi; “Oyunu burada vermesi gerekmektedir. Sırtınıza alın getirin”

Babasız bir gencim. Annemle oy vermeye geldim. Böyle terbiyesizce bir söz olur mu hiç? Sırtınıza alın getirin gibi..Annem mi sırtına alıp çıkaracak beni!!! 30 yaşındayım, 1,93 boyum var. Mümkün mü bu…

Bu insanlar yüzünden Türkiye’de yaşamaktan üzülüyorum.. Maalesef…Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

Saygılarımla...”

Bir engelli vatandaşımız en doğal hakkını kullanmak istiyor sadece. Oy kullanmak istiyor. Ama onca zorluğa rağmen kendisine kendi engeli değil, bizim koyduğumuz engeller izin vermiyor. Oysa Avrupa’da engelli vatandaşların rahat oy kullanabilmesi için özel yardımcı tayini, görme engelliler için kabartmalı seçim pusulaları, tekerlekli sandalye kullananlar için özel seçim ofisleri vb düzenlemeler yapılıyor. Hatta akıl sağlığı yerinde olmayan ve daha zor öğrenen engelliler için seçimlerde nasıl oy kullanacaklarını basit bir dille anlatan internet siteleri bile mevcut. Ama bizim vatandaşımız kendi sözleriyle ne yazıkki Türkiye’de yaşıyor...

Peki sorarım şimdi size; Türkiye’de sosyal paylaşım ve uyum alanlarının eksikliğine bağlı olarak hayata ve topluma karışamadıkları için görmezden duymazdan gelinen 8.5 milyon kayıtlı engelli olduğunu ve çoğunun oy kullanamadığını düşünürsek asıl sakat kalan, engellenen demokrasimiz hatta daha da ötesi insanlığımız değil mi?